HOŞGELDİNİZ.Sitemi ücretsiz gezebilirsiniz.
  Atatürk'ün Anıları ve Resimleri
 

                                            ATATÜRK'ÜN ANILAR

Çocukluk Yılları İle İlgili Anılar

Silahla oynarken tabanca patladı

Makbule Hanım Ağabeyi Atatürk'ün bir insan olarak çeşitli yönlerini de içtenlikle anlatır. Ağabeyinin çocukluk yıllarına dair pek çok anekdotu dile getirir. Makbule Hanım ağabeyinin çocukluk yıllarında her çeşit oyuncağa, özellikle de silaha düşkün olduğunu belirterek, daha o yıllarda askerliğe sempati duyduğunu dile getirir. Ne varki Atatürk'ün silahla oynaması az kalsın bir felakete yolaçacaktır. Atatürk, elindeki eski bir silahı temizlemesine yardım etmesi için kızkardeşini yanına çağırır. İşte o anı Makbule Hanım şöyle anlatır: "Karşısına geçtm. O elindeki lüveri temzilemeye başladı. Ne yaptı nasıl etti, bilmiyorum. Birden korkınç bir ses duydum. Annem korku ve heyecan içinde: 'Eyvah ! Kardeşini öldürdün Mustafa' dedi. Ben ise 'Ağabeyim öldü' diye ağlıyordum. Tabancanın dumanı kalkınca baktık ki ikimiz de sağız".
Fareden çok korkardı

Ağabeyi Mustafa Kemal'in köy türkülerini dilinden düşürmediğini, sanata ve sanatçılara karşı büyük saygı duyduğunu ifade eden Makbule Hanım'ın anlattığına göre çocuk Mustafa Kemal en çok fareden korkarmış. Anne Makbule hanım ise küçük Mustafa Kemal'i "Sen asker olacaksın! Asker korkar mı hiç?" diyerek teskin edermiş.
Kişisel Özellikleri İle İlgili Anılar

ALÇAKGÖNÜLLÜ


Atatürk'ü, 1938 Gençlik ve Spor Bayramı günü, son defa, 19 Mayıs Stadyumu'nda gördüm. Şeref tribünü kapısında -o zaman küçük bir çocuk olan kızıma- o günün anısı olan rozetini taktırmayarak bir şeyler söylüyordu. Zayıf ve yorgundu.

Kızımdan Atatürk'ün kendisine neler söylediğini sordum:
— Rozette resmim varmış, nasıl takarım? dedi.
Zeki ve alçakgönüllü Atatürk rozetteki resmi görmüştü.

Bu, O'nun stadyuma ilk ve son gelişi, sanki gençliğe vedası oldu
ÖVÜLMEYİ SEVMEZDİ
Atatürk bizden biridir.
Ulusuyla bütünleşme yöneliminin en tipik göstergelerinden biri de şu kısa öyküde belirlenir:
“Cumhuriyetin onikinci yıl dönümü için bir sıra dövizler hazırlanmıştı. Bunlar içinde şöyleleri vardı: “Atatürk bizim en büyüğümüzdür”, “Atatürk bu milletin en yücesidir”, “Türk Milleti asırlardır bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı.”
Listeyi dikkatle gözden geçirdi. Bunlar ve bunlara benzeyenleri çizdi. Hepsinin yerine şunu yazdı: “Atatürk bizden birisidir.”
Banoğlu, Age, S. 11


Akılcı ve mantıklı davranmak

Atatürk hayatı boyunca hep akılcı davranan, aldığı kararlarda son derece mantıklı ve isabetli olan eşsiz bir devlet adamı idi. Atatürk kendisini izleyenlerin de akılcı ve mantıklı olmasına önem verirdi. Nitekim Atatürk ilke ve inkılapları da toplumsal ilerlemede, temel olarak akıl ve mantığı almıştı. Atatürk'ün şu sözü, Onun inkılâpçılığını, akıl ve mantığa verdiği değeri en güzel şekilde ifade etmektedir:

Bizim akıl, mantık ve zekâ ile hareket etmek, en büyük özelliğimizdir. Bütün hayatımızı dolduran olaylar bu gerçeğin delilidir.


Mustafa Kemal'in olaylara yaklaşımı hep mantıklı ve gerçekçi olmuştur. Milletine hep hakikatleri söylemiş ve bunu tavsiye etmiştir. "Milleti aklımızın ermediği, yapmak kudret ve kabiliyetini kendimizde görmediğimiz hususlar hakkında kandırarak geçici teveccühler elde etmeye tenezzül etmeyiz." sözü bunun en çarpıcı örneklerinden birisidir. "Dünyada herşey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir." sözü ile de akıl ve bilime verdiği önemi bir kez daha göstermiş, gerçeğe ancak bu yolla ulaşılabileceğini bildirmişti.

Atatürk'ün akılcılığının önemli göstergelerinden birisi de her zaman düşünerek, birkaç adım sonrasını iyice hesap ederek, planlı ve programlı hareket etmesidir. "Herşeyi düşünmeden hareket edersem, hata ederim." diyen Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşları da bu yönüne defalarca şahit olmuşlardır. Atatürk gerek askerlik yıllarında gerekse inkılapların art arda yapıldığı Cumhuriyet'in ilk yıllarında her aşamayı çok iyi planlamış, her ihtimali hesaba katmıştır. Her yönü ile değerlendirip, karar verdiği konuları uygulamakta da asla gevşekliğe kapılmamış, hiçbir koşul altında yılgınlık göstermemiştir. Hiçbir zaman duyguları ile hareket etmemiş, her zaman aklına tabi olmuştur. Atatürk'ün bu özelliğini ifade eden bazı sözleri şöyledir:

Muhtelif ihtimalleri çok iyi hesap etmeli, en iyi görüneni cüret ve katiyetle tatbik etmelidir.

Bu teklifi ortaya koyarken zannederim, bütün o arkadaşlar ve bendeniz hiçbir vakit duygularımıza tabi olmadık. Aksine kendimizi duygulardan maddeye sevk ettik. Rakamlara dayandık, gerçeklere baktık.

Bu son yurt parçasını kurtarırken olsun, tutkularımızı bir kenara bırakıp düşünceli olalım.


Bu özellikleri Atatürk'ün aynı zamanda çok da gerçekçi olmasını sağlamıştır. Başta ülkenin kalkınması konusu olmak üzere gerçekçilikten hiç ayrılmadığını, yaptığı inkılapların ve ülkemizi kalkındırma planlarının ne kadar gerçekçi olduğunu ise şöyle ifade etmektedir:

Biz memleketi birkaç senede tamamen değiştirmek hülyasına kapılmış değiliz; yapacağımız şeyler hakkında umumi efkara aldatıcı vaatlerde bulunmamayı da prensip olarak kabul etmişiz. "Memleketi imar edeceğiz" dediğimiz zaman, yalnız yapabileceğimiz şeyleri yapacağız.




Hiç şüphesiz, gerçekçilik bir devlet adamın muhakkak sahip olması gereken çok önemli bir özelliktir. Tarih boyunca gerçekçi davranmayan, kendi ihtiras ve duygularına kapılan pek çok lider milletlerini büyük felaketlerin içine sürüklemiştir. "Gerçeğin ta gözünün içine bakmak gerekir." diyen Atamız ise, aklı, mantığı, gerçekçiliği ile tüm dünyaya örnektir. Elbette vatana hizmet etmek isteyen samimi insanların da Atamızın bu örnek tavrını akıllarından hiç çıkarmamaları gerekir.


Dürüst olmak


Atatürk'ün milletine duyduğu sevgi ve saygının en önemli örneklerinden birisi, egemenliğin yalnızca millete ait olması gerektiğini söylemesiydi. 1920'de kurulan TBMM ise, milli egemenliğin temsil edildiği en önemli kurumdur.
Mustafa Kemal Atatürk'ün en önemli erdemlerinden birisi de, koşullar ne olursa olsun dürüst olması, her zaman doğruyu söylemesi ve doğru bildiğini açıkça ifade etmekten asla çekinmemesiydi. Şu sözleri bunun en güzel örneğidir:

Ben düşündüklerimi sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda lüzumu olmayan bir sırrı kalbimde taşımak iktidarında olmayan bir adamım. Çünkü ben bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın huzurunda söylemeliyim.

Arkadaşlar birbirimize daima hakikati söyleyeceğiz. Felaket ve saadet getirsin, iyi ve fena olsun, daima hakikatten ayrılmayacağız.

Milletin başkanı olan kişinin halka doğruyu söylemesi ve halkı aldatmaması, halkı genel durumdan haberdar etmesi son derece önemlidir.

Atatürk'ü büyük bir asker, kusursuz bir devlet adamı yapan en önemli özelliklerinden birisi halkına karşı her zaman açık olmasıydı. Atatürk açıklığın, dürüstlüğün ve doğruluğun pek çok felaketi engelleyici gücü olduğunu biliyordu. Sorunların gizlenerek değil, ortaya konulup el birliği ile üzerine gidilerek çözülebileceğine inanıyordu. "Kamuoyunu gerçek durumla karşı karşıya bırakmayı yeğlerim." derken de bu anlayışını en güzel şekilde ifade etmekteydi. Büyük Önder'in açıklığa, dürüstlüğe ve samimiyete verdiği önemi gösteren diğer bazı sözleri de şöyledir:

Bir şeyi vicdanen iyi yaptığımıza, sözlerimizin iyi olduğuna inanıyorsak, onu olduğu gibi açık, tereddütten ve belirsizliklerden arınmış olarak anlatmayı amaçlamalıyız.

Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre hürmet ederiz. Her kanaat bizce muhteremdir.

Askerlik Yılları İle İlgili Anılar

İZMİR SUİKASTI

İzmir'de hazırlanan o alçakça suikastın sonuçsuz kalmasından sonra bir gün bize şu olayı anlatmıştı:
- "Ziya Hurşit'in beni öldürmeye memur ettiği iki zavallı vardı. Sorguları yapıldıktan sonra bunların birisini yanıma çağırdım. Odada kimse yoktu. Kendisine sordum:
- Sen Mustafa Kemal'i öldürecekmişsin, öyle mi?
- Evet, dedi. Ben yine sordum:
- Mustafa Kemal ne yapmıştı ki onu öldürecektin?
- Fena bir adammış o. Memlekete çok fenalık yapmış. Sonra bize onu öldürmek için para da vereceklerdi.
- Sen Mustafa Kemal'i tanıyor musun?
- Hayır.
- O halde tanımadığın bir adamı nasıl öldürecektin?
- Geçerken işaret edecekler, Mustafa Kemal işte budur, diyeceklerdi. Biz de öldürecektik.

O zaman cebimdeki tabancayı çıkararak kendisine uzattım:
- Mustafa Kemal benim, haydi al eline tabancayı, öldür, dedim.

Herif benden bu karşılığı alınca yıldırımla vurulmuş gibi oldu. Bir süre şaşkın şaşkın yüzüme baktıktan sonra diz üstü kapanarak hüngür hüngür ağlamaya başladı..
YANINA ALDIĞI İLK ER

Atatürk, Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er gördü. Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağlan eriyip kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu. O'na sordu:
- Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?
Er irkildi, başını kaldırdı. Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi. Hemen doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını çelik yay gibi selamladı.
- Söyle niçin ağlıyorsun?
İç Anadolu'nun yanık yürekli çocuğu içini çekti:
- Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti. Silahımızı elimizden aldı. Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim? Kemal Atatürk, er'in omzuna elini koydu:
- Üzülme çocuğum, dedi. Gel benimle!
Ve Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik oldu.
TÜRK ORDULARI BAŞKUMANDANIYIM

Afyonkarahisar'ın hatlarının çözülmesi sonunda birkaç Yunanlı tutsak, geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan birisi, Muzaffer Generalin doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti. Yüz, kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında da hiçbir bellilik görmediğinden kim olduklarını ve rütbelerini sormaya başlamıştı.
- Binbaşı mısınız?
- Hayır.
- Albay mı?
- Hayır.
- Korgeneral mi?
- Hayır.
- Peki nesiniz?
- Ben Mareşal ve Türk Orduları Başkomutanıyım! Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Yunanlı kekeledi:
- Bir başkomutanın savaş hattına bu kadar yakın yerlerde dolaşması işitilmiş değil de!..
DÜŞMAN DA KAHRAMAN
Birgün Çanakkale’ye giden bakanlardan birine Atatürk şöyle dedi:
- Orada Mehmetçik anıtının başında şehitleri anacaksınız. Siz olmasaydınız, siz göğüslerinizi çelik kalelere karşı siper etmeseydiniz, boğaz elden gider, İstanbul elden giderdi diyeceksin.
- Evet efendim.
- Çanakkale'de yalnız bizim şehitlerimiz yok. Bu topraklar üzerinde kanlarını döken insanları da o kahraman düşman savaşçılarını da saygıyla anacaksın.
Bakanın ricası üzerine bu son söylenecekleri Atatürk'ün kendisi hazırlamıştır. Nutuk şudur:
"Bu memlekette kanlarını döken kahraman, burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yanyana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz; evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evladımız olmuşlardır."
Bu nutku yabancı gazeteler haber aldıktan sonra, haftalarca, aylarca Avusturalya'dan, Yeni Zelanda'dan sevgi minnet mektupları yağmıştı.

İlke ve İnkılapları İle İlgili Anılar

KAHRAMAN TÜRK KADINI


1 Mart 1923 Tarsus:
Mustafa Kemal İstasyon'dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü. O'nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi. O sırada ansızın bir olayla karşılaştı.
Milli Mücadele'deki çete giysili bir kadın, Atatürk'ün yolunu keserek ayağına kapandı. Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu:
- "Bastığın toprağa kurban olayım Paşam!"
Mustafa Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş) olduğunu fısıldadılar.
Gözlerinden iki damla yaş düşen Mustafa Kemal, bu güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi:
- "Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın.
DİL ALANINDAKİ ÇALIŞMALARI

Dil alanında bir kaynak sorununu ileri sürünce, ortaya, kâğıt kalem ve Atatürk'ün kendi eliyle açıklamalar yapılmış diksiyonerler getiriliyor. Yunanca'dan getirilen kelimelerin, onları bir başka dile bağlayan daha eski bir etimolojisi aranıyor.
- Ana kökü arayacağız, diyor.
Ve dil hakkındaki kuramını anlatmaya başlıyor ve bir gülüşle:
- Uzun bir çalışmadan sonra, bunu bulduğum zaman, Sakarya savaşını kazandığım dakikadaki mutluluğu duydum, diyor.
YENİ KELİMELER

Atatürk, yeni kelimeler için şöyle derdi:
"Onları ortaya atmak gerekir. Millî duygumuz hangisinden hoşlanır ve onu kullanırsa, o zaman sözlüğümüze koyalım."
MEDRESELER

Rize gezilerinde medreselerin açılması için kendisine başvuran hocalara; öfke ve sertlikle ve herkesin önünde:
- "Para istiyorsanız size millet yetecek kadar verecektir. Açsanız karnınızı doyuracaktır. Medreseler bir daha açılmayacaktır, anladınız mı?" diye bağırdı

Son Günleri ve Ölümü İle İlgili Anılar

ATATÜRK'ÜN VASİYETİNİ NOTERE VERİŞİ

"Atatürk, 6 Ekim 1938 'de Noter'in getirilmesini istemişti. Noter İsmail Kunter Bey, Prof. Neşet Ömer Bey ve ben, yatak odasının altındaki bir odada huzuruna girebilme emrini bekliyorduk. Bu daveti alınca hep beraber üst kata çıktık ve yatak odalarına girdik.
Vaziyeti şöyleydi; yataktan çıkmış, ipek bir pijama ve yine kırmızı ipek bir rob döşambr giymiş, boynuna koyu vişne renginde ipek bir eşarp bağlamıştı. Denize bakan pencerelerin önüne koydurduğu bir şezlongun üzerine oturmuş sigara içiyordu.
Bizi görünce hafifçe kımıldandı: "Buyrunuz.." dedi.
 Getirilen kahvelerin içilmesini bekledi. Sonra önündeki sigara masasının koyduğu kapalı zarfı aldı:
" Bu benim vasiyetnamemdir. İcap ettiği zaman muamelesini yaparsınız..." diyerek zarfı notere verdi.
SON SAATLER
Tüm tedavilere rağmen günden güne eriyen Atatürk, 8 Kasım 1938 günü şiddetli bir rahatsızlık daha geçirdi. Saat altı buçuk gibi gelen bu rahatsızlıkta Atatürk'ün midesi bulanmış ve kusmaya çalışmıştı.
Sürekli istifra etmeye çalışan Atatürk, bu sırada Hasan Rıza Beye (Soyak) bakarak "Saat kaç?" diye birkaç kez sormuş, Hasan Rıza Bey her soruşunda "Saat 7 efendimiz" diyerek cevap vermişti.
B sırada kendisine haber verilen Neşet Ömer Bey de gelmişti. Abravaya ile Atatürk'e gereken tedavileri yapıyorlar ve bazı önlemler alıyorlardı. Neşet Ömer Bey bir ara "Dilinizi göreyim efendim." diye seslendi. Atatürk dilini yarıya kadar dışarı çıkardı. Neşet Ömer Bey "Biraz daha uzatınız efendim." diye seslenince, Atatürk, Neşet Ömer Bey'e bakarak ;
- "Vealeykümüsselam" diyerek gözlerini kapattı. Atatürk son kez komaya girmişti.
9-10 Kasım gecesini rahatsız geçiren Atatürk artık derin bir uykuda gibi yatıyor ve ölümü bekliyordu. 10 Kasım 1938 günü saat 8 gibi bir ara gırtlağından Hı Hı Hı sesleri çıkarmıştı.
Saat dokuzu beş geçe gözlerini son kez açarak, etrafına baktı ve hemen kapattı.
Büyük Önder Atatürk ölmüştü.

ETNOĞRAFYA MÜZESİ'NE DEFNİ
Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, 10 Kasım 1938'de sabah saat 09.05'de Dolmabahçe Sarayı'nda ebedi uykusuna daldı. Vefatı bütün yurdu mateme boğarken, dünyada da büyük üzüntü uyandırdı. Aziz naaşı, 19 Kasım 1938'e kadar Dolmabahçe Sarayı'nda katafalkta kaldı. 19 Kasım günü naaşı top arabası ile Sarayburnu'na, oradan "Zafer" torpidosu ile "Yavuz" zırhlısına nakledildi. Bu arada, bütün dünyada bağımsızlık savaşı ve barışın sembolü olan bu büyük insanın cenaze töreni için İstanbul'a gelen Rus, Fransız, Yunan ve Romen savaş gemileri, onu 21 pare top atışı ile son yolculuğunda selamladılar. Naaş, "Yavuz" zırhlısı ile İzmit'e, oradan da trenle 20 Kasım 1938'de Ankara'ya getirildi. TBMM'nde hazırlanan katafalkta bir gün kalan naaş, buradan alınarak 21 Kasım 1938'de Etnoğrafya Müzesi'ndeki katafalka konarak halkın daha uzun süreli ziyaretine imkan sağlandı. 31 Mart 1939'da katafalktan alınan aziz naaş, bir müzede mermerden hazırlanan geçiçi kabre konur
















 
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol